5 Mar 2010

ANKSİYETE

Topoğrafik Kişilik Kuramı: Freud’a göre insan davranışlarının tümü uyum yapmaya yönelik bir amaç taşır. Hiçbir davranış rastlantısal değildir. Organizmanın yaptığı herşey yaşamı sürdürme çabasının farklı bir biçimidir.
Freud’a göre anksiyete fiziksel yada toplumsal çevreden gelen tehlikelere karşı bireyi uyarma, gerekli uyumu sağlama ve yaşamı sürdürebilme işlevlerine katkıda bulunur. Günlük yaşamda herkesin arada bir yaşadığı anksiyete gerçekçi anksiyetedir. Dış dünyadaki gerçek nesnelerden kaynaklanan bu olgu korku duygusuyla eş anlamlıdır. Gerçekçi anksiyete mantıklı ve anlaşılır olmasıyla nevrotik anksiyeteden ayrılır.
Nevrotik anksiyete kökenini yetişkin yaşamdan çok bebeklik ve çocukluk yallarının yaşantılarından alır. Freud, birincil anksiyeteler doğumla başlar der. Doğum sırasındaki olayları kanıt olarak gösterir. Yetişkin yaşamda bazı olayların anksiyeteye yol açmaları bundandır.

Yapısal Kişilik Kuramı: Ego sürekli olarak üç ayrı tehlike altındadır.
1-Engellemeler ve dış dünyadan gelebilecek saldırılar.
2-İd’in içgüdüsel ve gerçekdışı istemleri
3-Süper egoların cezalandırılması
Anksiyete, egonun tehlikeden kaçış yollarının bir anlatımı olduğundan, yukarıda tanımlanan üç tür tehlikeye karşı üç tür anksiyete geliştirilir.
Gerçeklik anksiyete; Korku ile eş anlam taşır. Dış dünyada tehlikeli bir durumun varlığının algılanmasından doğan ürkütücü bir durumdur.
Ahlaksal anksiyete; Ego’da suçluluk duygusu yaratır. Özellikle, süper egonun alt sistemi olan vicdanın tehlike saydığı ve onaylamadığı durumlarda ortaya çıkar.
Nevrotik anksiyete; İç güdülerden gelen tehlikenin algılanması ile ortaya çıkar. Bu bir bakıma, egoda içgüdülerin birden boşalıverme istemlerini engelleyemezse sonucun ne olacağı korkusudur.

Psikoseksüel Gelişim Kuramı: Doğumu izleyen erken dönemlerde, çaresiz ve tam bağımlı bebeğin ihtiyaçları doğrultusunda tüm vücudunun katılımı ile gösterdiği anksiyete id anksiyetesidir Erişkinde kontrolünü kaybetme ya da çıldıracakmış gibi olma korkusu şeklinde kendisini gösterir Biraz daha büyümüş ancak ödipal döneme henüz girmemiş bebeğin sevgi objesinden ayrıldığında ya da sevgi objesinin istekleri doğrultusunda davranamadığında yaşadığı kaybetme duygusu, seperasyon anksiyetesi olarak tanımlanır ve erişkinde sevilen kişilerin ya da sevgilerinin yitirilmesi konusunda endişe duyma şeklinde klinik görünüm verir Cinsel dürtülerin yoğunlaştığı ödipal dönemde, cinsel organa zarar geleceği fantazilerinin yaşattığı sıkıntı kastrasyon anksiyetesi diye adlandırılmaktadır Kişideki latent homoseksüalite düşünceleri ile yetilerini yitirme ve hastalık korkusu kastrasyon anksiyetesi ile ilişkilidir Üstbenlik gelişiminin tamamlandığı puberte öncesi dönemde, çocuğun kurallar dizgesi ile çatıştığında yaşadığı sıkıntılar üstbenlik anksiyetesi olarak tanımlanmaktadır Erişkin kişinin yanlış olduğunu düşündüğü davranışlarından dolayı yaşadığı suçluluk duyguları ya da yanlışının herkes tarafından fark edileceği yönündeki endişeleri üstbenlik anksiyetesi ile ilişkilidir
Psikoanalitik kurama göre, gelişimin patolojik seyrettiği evrede kişide çeşitli fiksasyonların oluşacağına ve erişkinlikte bu fiksasyonları çağrıştıran olaylar karşısında anksiyete yaşanacağına inanılmaktadır Ortaya çıkan anksiyetenin yukarda belirtilen anksiye tiplerinden hangisi olacağını belirleyen faktör de, fiksasyonların gerçekleştiği psikoseksüel gelişim evresidir.

Analitik Kuram (Jung): Ego kişiliğin kimliğini ve tutarlılığını sürdürebilmesini sağlar.Egonun yaşantıların bilince ulaşması için geçit verdiği ölçüde bireyleşme gerçekleşir.Hangi yaşantılara geçit vereceği bireye egemen olan zihin işlevi tarafından belirlenir.Egodan geçen olumsuz yaşantılar ve kişisel bilinçaltında biriken bilince çıkmaya çalışan güçlü olumsuz yaşantılar anksiyeteye sebep olurlar.Ego anksiyete yaratan yaşantıların bilince çıkmasını engellemeye çalışır.Güçlü olmayan bir ego kişide anksiyete yaratacaktır.
Jung nevrozun ve bağlantılı olarak ortaya çıkabilen kaygının, insanın bireysel gelişimine ve olgunlaşmasına katkıda bulunabilecek bir unsur olduğunu vurgulamıştır. Ona göre nevroz olumlu bir şeye doğru yönelir. Belli koşullar altında bir nevroz kişiliğin bütünlüğü için verilen bir kavgayı başlatabilir. Bu kavga hem bir görev hem de insanoğlunun dünya üzerinde erişebileceği en yüksek hayırdır ve tüm mediko-terapik anlayışlardan tamamıyla bağımsız bir amaçtır. "Bilinçdışı tarafından icat edilen nevroza şükürler olsun, insanlar kendi kayıtsızlıklarından silkelendiler ve bu, tembelliklerine ve çoğunlukla umutsuz direnişlerine rağmen oldu. Böyle bir kaderle yüzleşmek zorunda kalanlar gerçekten de 'yüksek' tip insanlardır."

Sullivan: Anksiyete oluşumunda kişiler arası ilişkilerdeki bozulmanın rolünü vurgulamıştır. İnsan onay görme ve bağımsızlık gereksinimleri olan bir varlıktır. Önem verilen kişilerce onaylanmayacağı ya da reddedileceği beklentisi anksiyete oluşturabilir. Sullivan Kendilik sistemi (self-system) kavramını ortaya atmıştır. Kendilik sistemi, bireyi kendisine zarar verecek olan anksiyeteden korumaya yönelik olarak kullanılan savunma düzenekleridir. Seçici dikkatsizlik, yer değiştirme (replacement), çözülme (dissociation) gibi savunmalar örnek olarak verilebilir.

Horney: Horney'in görüşünün dayandığı ana kavram "temel kaygı"dır, yani saldırgan olabilecek bir dünyada çocuğun ve insanın kendini güvensiz hissetmesidir. Kaygısını ve eksiklik duygularıını giderebilmek için kası-lanlar, kendini beğenenler olduğu gibi, ağlayarak sızlanarak ilgi çekenler, başkalarını ezerek güç kazananlar, her türlü yarışta birinci olmayı amaçlayanlar, para, mal, mülk toplayarak kendilerini güvenceye alanlar da vardır. Kendini güvenceye alabilmek için kaygılı bireyin başvurduğu bu stratejiler, zamanla kişiliğin bir parçası olup, onu yöneten güçler, yeni dürtüler, güdüler, ihtiyaçlar hâline dönüşebilir; ilişkilerini baltalar ve bir kısır döngü oluşmasına yol açar. Güvence uğruna belirli bir stratejiye saplanan kaygılı kişi, bu stratejiyle güvence kazanamadığında kaygısı artar. Bu yolla dilediği huzuru bulması olanaksızdır. Nevrotik kişiliğin ihtiyaçları insanlara yönelik, insanlardan uzaklaşıcı ve insanlara karşı olabilir. Nevrotik kişinin sevilme ihtiyacı insanlara yönelik olmanın, bağımsızlık ve yeterlilik ihtiyacı insanlardan uzaklaşmanın, başkalarını sömürme ihtiyacı insanlara karşı olmanın örnekleridir. Normal birey bu üç yaklaşımı birbiriyle bağdaştırarak kaygılarını çözümleyebilir. Nevrozlu birey çok şiddetli kaygıların tutsağı olduğundan yalnızca birine katıca bağlanır.

Bowlby: Freud'un yaşamının son dönemlerinde altını çizdiği "maternal nesne kaybı" ve "ayrılma" konuları üzerinde durmuş ve anksiye-teyi belirlemede içgüdüsel dürtülerin önemini vurgulamıştır.
Freud'dan farklı olarak çocuğun anneye bağlılığının yalnızca annenin doyum verici olmasından kaynaklanmadığını, hatta bebeğin bunu öğrenme kapasitesinden çok önce de anneye bağlı olduğunu ileri sürer. Sevgi objesinin kaybına bağlı anksi-yete durumlarının, aslında çocuğun sevgi objesini kaybettiğini fark edecek duruma gelmeden önce başladığını düşünmektedir. Bowlby'ye göre birincil içgüdü "bağlılık"tır (attache-ment). Çocuk varlığı konusunda bir tehlike duygusu yaşamıyorsa ya da bağlılık figürüne kolayca ulaşabiliyorsa kendini güvende hisseder. Bu figürün kaybolma olasılığı, çocuğun güvenliğini tehdit eder ve ank-siyete oluşur. Kayıp gerçek ise yaşanan duygu kederdir. Çocukluk döneminde sık sık ve uzun süreli ayrılıklar yaşamış ya da terk edilme tehdidiyle karşılaşmış bireyler, erişkin dönemlerinde anksiyete bozukluğu göstermeye aday kişilerdir. Bowlby'ye göre çocuk ilk ayrılık yaşantısı üzerine yoğun bir korku hisseder. Daha sonra bu ayrılığın yineleneceği tehdidini algılarsa, bu kez derin bir anksiyete duygusu yaşar. Sonuçta Bowlby, kendine güven eksikliği sorunları olan erişkinlerin olumsuz çevrelerde yetiştiklerini ileri sürer. Erken dönmelerde güvenli bağlanmanın olmamasının, erişkin dönemlerde kronik anksiyete duygusuna yol açtığını savunur.

Otto Rank: Hayatlarımız, doğumla birlikte başlayan ayrılıklarla doludur. Rank'ın en erken çalışması "doğum travmasına" ilişkindir. Ona göre doğum esnasında yaşantılanan anksiyete, daha sonradan yaşanacak olan anksiyetelerin bir modelidir. Doğumdan sonra sütten kesilme, disiplin, okul, iş ve kalp kırıklıkları vardır. Bu ayrılıklardan kaçınma gerçekte, hayattan kaçınma ve ölümü tercih etme, hiçbir zaman ne yapacağını bilememe, ebeveynlerimizi veya küçük kasabamızı terk edememe ve hiçbir zaman ana rahminden ayrılamama anlamına gelir. Rank'a göre intrauterin vecit hâli doğumun acısıyla yarıda kesilmiştir. İlkin hepimiz 'Angst' ile, varoluş ve yok oluş arasındaki bilinçdışı farkın-dalığın acısıyla doğarız. Daha sonra doğum travması temel bir bastırmaya dönüşür. Sonuçta bilinçdışı bizleri sürekli olarak kaybedilmiş ilk cennete dönme arzusuna yöneltir. Doğum anksiyetesinin bütün anksiyete ve korkuların temelini oluşturması gibi, her tür zevk yaşantısı da intrauterin ilk zevk hâlini yeniden oluşturma amacına yöneliktir. Rank, geliştirdiği terapi yöntemini "psikoterapi" olarak isimlendirmiştir.
Sonuçta /bilinçdışı bizleri sürekli olarak kaybedilmiş ilk cennete dönme arzusuna yöneltir. Doğum anksiyetesinin bütün anksiyete ve korkuların temelini oluşturması gibi, her tür zevk yaşantısı da intrauterin ilk zevk halini yeniden oluşturma amacına yöneliktir.

Adler: Kişi, sürekli olarak kendini ispat etme çabasındadır. Kendi bedeninden, görüntüsünden hoşnut değildir. Bunu değiştirebilmek için sürekli kısır döngü tarzında bir çaba içindedir. Övgü ve eleştiriyi almak için aşırı çaba gösterir. Aşağılık duygusu, organik, zihinsel, sosyal veya eski yaşantıların sonucu olarak güçlü olmak isteğinin sonucudur.Kişinin kendisini kanıtlama dürtüsünün engellenmesi sonucu anksiyete deneyimlediğini belirtir.
Eric Fronm: Anksiyete oluşumunda toplumsal, ekonomik ve kültürel faktörlerin önemli rolü vardır. Hızla gelişen teknoloji ile bireylerarası rekabet artmış, birey kendisini yalnız ve güvensiz hissetmeye, endişe duymaya başlamıştır. Belli bir noktaya gelen bu durum ise, anksiyeteye neden olmaktadır.
Koşullama Kuramı: Bu kuramın temsilcileri Miller, Spencer ve Taylor, anksiyetenin oluşumundan çok nasıl yayıldığı üzerinde durmuşlardır. Bu kurama göre, anksiyetenin normal veya patolojik olma özelliğini, tehdit duygusunun kaynağı değil, yoğunluğu, süresi, dış tehlikenin önemi ve derecesi belirler. Bu kuramda ayrıca anksiyetenin davranışlar üzerinde olumlu etkileri olduğu belirtilmiştir. Yeni davranışların kazanılması, psikoterapide ve genel sağıltımda olumlu, güdüleyici bir rol oynadığı kabul edilmiştir. Ancak böyle bir etki, kişinin zekası eğitim düzeyi sosyo ekonomik durumu, yaş ve iyi alışkanlıklarının yapısı ile ilgili olarak değişmektedir.

Carl Rogers: Rogers’a göre insanlar kendi benlik imgeleriyle tutarlı davranmak isterler, tutarlı olmayan duygular veya davranışlar tehdit edicidir. Ve bunların bilince ulaşması reddedilebilir. Kişiler kendi benlikleriyle ne kadar tutarsızlarsa kadar çok duygu ve davranışlarını reddederler ve benlik ile gerçeklik arasında kopukluk yaşanır, uyumsuzluk artar. Benlik kavramıyla deneyimleri tutarsız olan kişi kendini gerçeğe karşı savunmak durumundadır. Yoksa sonuç anksiyeteye varacaktır. Tutarsızlık artarsa savunma kırılabilir ve durum şiddetli anksiyete ya da başka bir duygusal bozuklukla sonuçlanabilir. Benlik yapısı ve davranışları tutarlı bir kişi ise uyumlu bir kişidir. İdeal benlik ile gerçek benlik ne kadar uyuşursa kişi o kadar mutlu ve doyumlu olur. İdeal benlik ile gerçek benlik arasında ne kadar kopukluk olursa kişi o kadar doyumsuz ve mutsuz olur.

Maslow: Normal, sağlıklı insanlar gizil güçlerini gerçekleştirme yönünde davranırlar.Anksiyete insanın temel, doğal kendini gerçekleştirici yapısı engellendiğinde ortaya çıkar. İyi ve doğru olan bu gerçekleşme eğiliminin desteklenmesi kötü olan ise ket vurulmasıdır.